"Ve aşk, insanın tabiat karşısındaki kibirli duruşuna verilmiş bir cezadır..."
Hayat karşısında insanın düşünce geliştirmesi, aynı zamanda bir yaşama kültürü inşa etme çabasıdır. İnsanın hayata, kendine özgü belli bir açıdan bakıp, kendi algısı ve kendi tercihleri doğrultusunda onu yorumlaması ve bunu ifade etmesi "yaşama felsefesi"nin yöntemini oluşturuyor. Bu yöntemi uygularken, insanın dünyaya adım atmasını mümkün kılan "aşk"tan başlayarak, onun hayatının belli başlı durakları üzerinden süregiden kronolojik bir dizgeyi esas aldık.
"Aşk" ve "doğum"la başlayan maceramız, "aile", "eğitim", "çalışma" vb. ana duraklar üzerinden devam ederek, tüm canlıların karşı konulmaz kaderi "ölüm"le sonuçlandı. Ölümün "acı" olması, tüm yaşama felsefemizi bu "acı" eşiğini dikkate alarak temellendirmemizi öngörüyor. Yaşarken sahip olduğumuz her şeyin, aslında bir "kiracılık" durumundan öte gitmediğini bu eşik sayesinde idrâk ediyoruz. Eğer insan olarak bu dünyanın kiracısı isek, mutluluğa ve özlediğimiz ‘haz'lara bakışımız, yaygın mülkiyet tutkusunun doğurduğu yanılgıların ötesinde bir anlam içermelidir.
Farklı yaşama felsefelerinin mevcudiyeti, insan olarak yaşama kültürümüzün zenginliğine işaret ediyor. Ve her türlü zenginlikten ne kadar nasipleneceğimiz, kuşkusuz bizim o zenginliğe yaklaşım tarzımızla ilgilidir.
"Ve aşk, insanın tabiat karşısındaki kibirli duruşuna verilmiş bir cezadır..."
Hayat karşısında insanın düşünce geliştirmesi, aynı zamanda bir yaşama kültürü inşa etme çabasıdır. İnsanın hayata, kendine özgü belli bir açıdan bakıp, kendi algısı ve kendi tercihleri doğrultusunda onu yorumlaması ve bunu ifade etmesi "yaşama felsefesi"nin yöntemini oluşturuyor. Bu yöntemi uygularken, insanın dünyaya adım atmasını mümkün kılan "aşk"tan başlayarak, onun hayatının belli başlı durakları üzerinden süregiden kronolojik bir dizgeyi esas aldık.
"Aşk" ve "doğum"la başlayan maceramız, "aile", "eğitim", "çalışma" vb. ana duraklar üzerinden devam ederek, tüm canlıların karşı konulmaz kaderi "ölüm"le sonuçlandı. Ölümün "acı" olması, tüm yaşama felsefemizi bu "acı" eşiğini dikkate alarak temellendirmemizi öngörüyor. Yaşarken sahip olduğumuz her şeyin, aslında bir "kiracılık" durumundan öte gitmediğini bu eşik sayesinde idrâk ediyoruz. Eğer insan olarak bu dünyanın kiracısı isek, mutluluğa ve özlediğimiz ‘haz'lara bakışımız, yaygın mülkiyet tutkusunun doğurduğu yanılgıların ötesinde bir anlam içermelidir.
Farklı yaşama felsefelerinin mevcudiyeti, insan olarak yaşama kültürümüzün zenginliğine işaret ediyor. Ve her türlü zenginlikten ne kadar nasipleneceğimiz, kuşkusuz bizim o zenginliğe yaklaşım tarzımızla ilgilidir.