Faşizm yalnızca tarihsel öneme sahip ve geçip gitmiş bir kıyamet rejimi değil, gündelik
yaşamın zerresinde dahi yeniden üretilen bir ölüm potansiyelidir. Bütün dünyayı ele geçiren
hareketsizlik ve körlük aslında faşizmin bütün dünyayı dolaşımlar ve bağlantılarla birlikte
kapladığının ve kendiyle ürettiğinin kanıtıdır. Sinekten farksız bir halde bu ağa takılmış ve
vızıldamaktan başka bir şey yapamayan insanlık için yeni bir politikanın üretilmesi
zorunludur.
Güney Çeğin bu kitapta, Félix Guattari’nin “mikro-faşizm” kavramını Brian Massumi’nin
duygulanım analizleriyle birleştirerek çağdaş dünyanın görünmez otorit erliklerini gözler
önüne seriyor. Mikro-faşizmi dışsal bir baskıdan ziyade arzunun kendi içine çökmesi,
duygulanımın tek bir yoğunluğa kilitlenmesi ve ilişki kurma kapasitemizin daralması olarak
ele alan bu girişim; dijital linç kültüründen neoliberal güvencesizliğin yarattığı içsel krize
kadar faşizmin nasıl moleküler düzeyde üretildiğini gösteriyor.
Mikrofaşizme karşı üretici bir politika sunan bu kitap; potansiyelleri yeniden taşırmayı,
bağlantıları çoğaltmayı ve duygulanımın kromatizmini haykırmayı öneriyor ve faşizmi arzu,
duygu ve yoğunluk düzeyinde yeniden düşünmek isteyen herkes için güçlü bir teorik
yolculuk sunarken okura rahatsız edici ama özgürleştirici bir soruyu bırakıyor:
İçimizdeki faşisti ne kadar tanıyoruz?
Faşizm yalnızca tarihsel öneme sahip ve geçip gitmiş bir kıyamet rejimi değil, gündelik
yaşamın zerresinde dahi yeniden üretilen bir ölüm potansiyelidir. Bütün dünyayı ele geçiren
hareketsizlik ve körlük aslında faşizmin bütün dünyayı dolaşımlar ve bağlantılarla birlikte
kapladığının ve kendiyle ürettiğinin kanıtıdır. Sinekten farksız bir halde bu ağa takılmış ve
vızıldamaktan başka bir şey yapamayan insanlık için yeni bir politikanın üretilmesi
zorunludur.
Güney Çeğin bu kitapta, Félix Guattari’nin “mikro-faşizm” kavramını Brian Massumi’nin
duygulanım analizleriyle birleştirerek çağdaş dünyanın görünmez otorit erliklerini gözler
önüne seriyor. Mikro-faşizmi dışsal bir baskıdan ziyade arzunun kendi içine çökmesi,
duygulanımın tek bir yoğunluğa kilitlenmesi ve ilişki kurma kapasitemizin daralması olarak
ele alan bu girişim; dijital linç kültüründen neoliberal güvencesizliğin yarattığı içsel krize
kadar faşizmin nasıl moleküler düzeyde üretildiğini gösteriyor.
Mikrofaşizme karşı üretici bir politika sunan bu kitap; potansiyelleri yeniden taşırmayı,
bağlantıları çoğaltmayı ve duygulanımın kromatizmini haykırmayı öneriyor ve faşizmi arzu,
duygu ve yoğunluk düzeyinde yeniden düşünmek isteyen herkes için güçlü bir teorik
yolculuk sunarken okura rahatsız edici ama özgürleştirici bir soruyu bırakıyor:
İçimizdeki faşisti ne kadar tanıyoruz?