“Bu kadar şeyi nerden biliyorsun Makbule?” diye sordum.
“Ah canım... Ben Edebiyat Fakültesi'nde öğretim görevlisiydim.”
Afallamıştım.
“Neden burada şimdi?” sorusu, aklımdan bir türlü gitmiyordu. En sonunda dayanamayıp sordum, “Neden içeriye girdin Makbule?”
“Kocamı zehirleyerek öldürmekten.”
Severek okuduğumuz şiir, roman ve öykü kitaplarının bir kısmı hapishanelerde yazılmış, “hapishane edebiyatı” yazın dünyamızın önemli bir parçası olagelmiştir. Vicdan Özerdem de hayatının on yılını hapishanelerde geçirmiştir. Elinizdeki kitap, yazarın bir dönem “misafir” olarak konulduğu cinayet, hırsızlık, uyuşturucu davalarından ceza almış “adli” kadınlar koğuşunda kalanların ve içeride büyümek zorunda bırakılan hapishane çocuklarının gerçek hikâyelerinden oluşmuştur.
Yazar, hukuk sisteminin adil olup olmaması ile ilgilenmiyor. Bizleri, yoksulluk, şiddet, tecavüz mağduru kadınlar ile empatiye zorluyor. Bir yandan köhnemiş hapishane sistemiyle yüzleştirirken, diğer yandan kadınların işledikleri cinayetlerle ülkemizin her gün tanık olduğu “kadın cinayetlerini” tersten okumamızı sağlıyor. Şiddete karşı kendi şiddet yöntemlerini uygulayan kadınların “kader”lerine ışık tutuyor. Siyasi, okuru bir yandan dışarı ve içeri arasında getirip götürürken bir yandan da toplumsal kimlik ve toplumsal gerçeklik kavramları üzerine düşündürüyor.
“Bu kadar şeyi nerden biliyorsun Makbule?” diye sordum.
“Ah canım... Ben Edebiyat Fakültesi'nde öğretim görevlisiydim.”
Afallamıştım.
“Neden burada şimdi?” sorusu, aklımdan bir türlü gitmiyordu. En sonunda dayanamayıp sordum, “Neden içeriye girdin Makbule?”
“Kocamı zehirleyerek öldürmekten.”
Severek okuduğumuz şiir, roman ve öykü kitaplarının bir kısmı hapishanelerde yazılmış, “hapishane edebiyatı” yazın dünyamızın önemli bir parçası olagelmiştir. Vicdan Özerdem de hayatının on yılını hapishanelerde geçirmiştir. Elinizdeki kitap, yazarın bir dönem “misafir” olarak konulduğu cinayet, hırsızlık, uyuşturucu davalarından ceza almış “adli” kadınlar koğuşunda kalanların ve içeride büyümek zorunda bırakılan hapishane çocuklarının gerçek hikâyelerinden oluşmuştur.
Yazar, hukuk sisteminin adil olup olmaması ile ilgilenmiyor. Bizleri, yoksulluk, şiddet, tecavüz mağduru kadınlar ile empatiye zorluyor. Bir yandan köhnemiş hapishane sistemiyle yüzleştirirken, diğer yandan kadınların işledikleri cinayetlerle ülkemizin her gün tanık olduğu “kadın cinayetlerini” tersten okumamızı sağlıyor. Şiddete karşı kendi şiddet yöntemlerini uygulayan kadınların “kader”lerine ışık tutuyor. Siyasi, okuru bir yandan dışarı ve içeri arasında getirip götürürken bir yandan da toplumsal kimlik ve toplumsal gerçeklik kavramları üzerine düşündürüyor.